ABD’nin Filistin Meselesine Yaklaşımı Çerçevesinde 7 Ekim Sonrası Gelişmeler

Giriş Bu raporda Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Filistin-İsrail meselesine yaklaşımı tarihsel ölçekte kısa bir şekilde ele alınacak ve daha sonra 7 Ekim Aksa Tufanı harekâtından sonra yaşanan gelişmelere karşı ABD’nin yaklaşımı değerlendirilecektir.   Rapor Siyonizm’in Orta Doğu’daki yol haritası İngiltere tarafından çizilmiş ve Balfour Deklarasyonu ile Filistin topraklarında Siyonist Yahudilere önemli fırsatların kapısı aralanmıştır. İngiltere halen bu meselede önemli bir aktör olsa da Soğuk Savaş döneminde küresel boyuttaki gücü zayıflamış ve 1948’de kurulan İsrail’in Orta Doğu’daki küresel müttefiki ABD olmuştur.   ABD’nin, İsrail’in arkasındaki koşulsuz şartsız desteğinde en önemli itici güç Siyonist/Yahudi sermayenin bağlayıcı etkisi ve Yahudi Lobisi’nin ABD’deki gücüdür. İkili ilişkilerde yalnızca ekonomik ve siyasi değil aynı zamanda güvenlik ve bunun alt katmalarındaki meselelerinde önemli bir yeri bulunduğu görülmektedir. ABD için İsrail Orta Doğu’daki güvenlik politikasının en önemli ayağıdır. ABD Orta Doğu politikasında İsrail’i merkeze alan bir yaklaşım içerisindedir. Bu da karşılıklı ilişkilerin çok katmanlı ve bağlayıcı oluşundan kaynaklanmaktadır. Bu noktada ilişkilerin bağlayıcılığının iki taraflı oluşunu anlamak önemlidir. İlişkilerin seyri iki tarafın da çıkarlarını gözetleyecek şekilde ilerlemektedir. Örnek olarak Soğuk Savaş döneminde ABD’nin bölgesel çıkarlarının korunması noktasında İsrail’in üstlendiği rol ve bu doğrultuda ABD tarafından İsrail’e gönderilen güvenlik sistemleri ve mühimmatlar verilebilecektir.   Donald Trump dönemi İsrail için önemli adımların atıldığı bir dönem olarak ön plana çıkmaktadır. Bu dönemde hem dini hem siyasal hem de askeri anlamda önemli çıkarlar elde edilmiştir. ABD tarafından Kudüs’ün, İsrail’in başkenti olarak tanınmış olması en önemli çıktılardan bir tanesi olmaktadır. ABD’nin bugünkü İsrail politikası Trump döneminin ve ABD-İsrail ilişkilerinin yansımalarını taşımaktadır. Biden’ın Başkanlık seçiminden sonra kurmuş olduğu hükümette yer alan isimlerden en önemli konumlara getirilenlerin Yahudi olması dikkat çekicidir. Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Hazine Bakanı Janet Yellen, İç Güvenlik Bakanı Alejandro Mayorkas, CIA Başkan Yardımcısı David Cohen gibi isimler bu listenin başında gelmektedir. Başkan Biden’ın İsrail Başbakanı Netanyahu ile yakın ilişkileri de bu noktada önemlidir. Tüm bunlar çerçevesinde Biden yönetimi 7 Ekim 2023’ten bu yana yaşanan yeni kriz döneminde koşulsuz bir şekilde İsrail’in yanında yer almıştır. Uzmanlar tarafından bu tavır, ABD’nin küresel ölçekte özellikle Rusya ve Çin’e karşı alan bırakmama ve bölgesel müttefiki İsrail’in diplomatik yalnızlaşmasını ve Gazze’ye yönelik operasyonlarda başarılı olmasını destekleme yönünde okunuyor.   İsrail tarafından sorunun çözümsüz bir noktaya getirildiği göz önüne alındığında ABD’nin nasıl bir pozisyon belirleyeceği ilerleyen süreçte netlik kazanacaktır. Günümüzde bakıldığında ise ABD’nin söylemlerinin yüzeyselliği göze çarpmaktadır.   ABD, BM düzeyinde sunmuş olduğu demeçlerde özellikle insan hakları, Hamas ve insani yardım başlıklarının üzerinde durmaktadır. İsrail’i suçlayıcı bir dil kesinlikle kullanılmazken İsrail’e yalnızca sivil ve terörist ayrımına dikkat edilmesi gerektiği uyarısında bulunulduğu görülmektedir. Aynı zamanda terör örgütü olarak nitelendirdiği Hamas’ı sert bir dille eleştiren ABD, Hamas tarafından öldürülen ve rehin alınan kişilerin sayısını net bir şekilde verirken Gazze’de yaşanan trajedide ne bir hedef göstermekte ne de sayı kullanmaktadır. Yalnızca Gazze’ye insani yardımın ABD tarafından ne kadar önemsendiğini ve bu noktada Mısır, İsrail, BM ve diğer bölgesel müttefikler ile temas halinde olunduğu belirtilmektedir. İsrail’in kendisini teröre karşı savunmasının en büyük hakkı olduğu ise birkaç defa şiddetle vurgulanmaktadır.   ABD’nin BM nezdinde savunduğu temel çözüm önerisi iki devletli çözüm önerisi olarak öne çıkmaktadır. Filistin ve İsrail adında iki komşu demokratik ülkenin huzur içerisinde yaşaması gerektiğini ve kendi kaderlerini kendilerinin tayin edeceğini vurgulayan ABD aynı zamanda Hamas’ın bu huzura karşı olduğunun altını çizmektedir. ABD her ne kadar bölgede iki devletli barışı söylemsel düzeyde destekliyor olsa da sahada İsrail’e yoğun askeri destek sağlayarak ve Gazze’de yaşanan soykırımdan üstünkörü ve klişe cümleler ile bahsederek yakın gelecekte çözümün önünü tıkama yönünde bir izlenim vermektedir. Nitekim BM Genel Kurulu’nda düzenlenen ateşkes oylamasında olumsuz oy kullanarak bunu ortaya koyduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.   Yaşanan krizin Irak, İran, Yemen ve diğer bölge ülkelerine sıçraması ve bölgesel bir savaş halini alması söz konusu olduğundan ABD’nin askeri sevkiyatları ve izlediği tavır önemlidir. Bölgesel bir savaşın küresel boyut kazanması ise an meselesi olacaktır. Bunun en önemli göstergesi ABD savaş gemisine karşı Rusya’nın aldığı pozisyon ve açıklamalardır. Bu noktada bölge uzmanları tarafından ABD’nin bölgeyi kızıştıracak adımlar atmaktan çekindiği ve İsrail’i bölgesel bir savaşa karşı dengeleme gayreti içerisinde olduğu değerlendirilmektedir.  

Yazan: Münevver Fatıma ÖZYURT

 * Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Divan Araştırma ve Eğitim Derneği’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.